27 Kasım 2013 Çarşamba
ÖĞRETMENLER KOROSU 2013 KONSERİ PROVASINDAN GÖRÜNTÜLER DEMETİ :)
Arkadaşlarımın emeklerine sağlık...Yeni çalışmalarımız çok yakında...Daha iyi repertuar ve sahne performansıyla karşınızda olacağınızdan emin olun :)
24 Kasım 2013 Pazar
Koptu Kervan - kalbumi atacağum derenin ortasına
Ben daha önce bunları neden dinlemişim...Kendime kızıyorum bak şimdi...
23 Kasım 2013 Cumartesi
ÖĞRETMENLER GÜNÜNE ÖZEL (23 KASIM 2013-Ankara)
Bursa Saat Kulesi(2013 Kurban Bayramı) |
Ben Mehmet ÇEBİNOĞLU. Artvin, Arhavi doğumluyum ve
öğretmenim. Öğretmenim ama ben de öğrencilerimle beraber öğrenmeye devam
ediyorum. Kısaca öğrenciyim aynı zamanda.
2013 yılının Ankara’sından geriye doğru baktığımda bulunduğum
noktanın, tecrübelerimin, elde ettiklerimin oralardan hayal bile edilemediğini
görüyorum ki hayal kurmasını ne kadar sevdiğimi bu yazıyı okuyanlar ve beni
tanıyanlar bilirler. Bunu övünmek için yazmıyorum ancak ben hayal bile
edemediğim noktadaysam bu biraz da öğrencilerimin katkılarındandır. Ayrı ayrı
hepsi bir şeyler kattı hayatıma. O nedenle her öğrencime ayrı ayrı teşekkürü
borç bilirim.
İlk görev yerim Kütahya ili, Simav ilçesi, Kestel Köyü,
Kestel Ortaokulu’ydu. 11 Kasım 1996’da göreve başladığımda ilk kez derse
girdiğim sınıf 8/A idi ve bu sınıf üç kişilik bir sınıftı. İlk günlerde şimdiki
öğretmenlik heyecanım da yoktu, coşkusu da… Zamanla öğretmenlik coşkusu ve
heyecanı yerleşti kalbime ve beynime. Öğretmenliği sevdim ve keyif almaya
başladım. Çocukluk ve gençlik hayallerimde bir gün öğretmen olacağım yoktu
mesela… Yoktu ama hayatımın dönüm noktası oldu sayılır. “Sahne tozunu yutmayan
anlamaz.” misali ben de üç kişilik ilk girdiğim 8/A sınıfıyla birlikte dünyayı
değiştirebileceğim inancı yavaş yavaş ortaya çıktı. Sonra dünyayı değiştiremesem
de Türkiye’yi değiştirebileceğime inanmaya başladım… Zamanla Türkiye’yi olmasa
da bulunduğum şehri değiştirebileceğimi düşünmeye başladım … Daha sonraları
şehrimi değiştiremesem de çalıştığım okulu, sınıfı, bir öğrenci olsa dahi
değiştirebileceğime inanmaya başladım… Belki yılların verdiği yorgunluk,
eğitime yeteri kadar değer verilmemesi vs.dir bunun nedeni. Bilemiyorum… Peki,
pes mi ediyorum? Asla! Onar, yirmişer genç beyne ulaşabileceğime olan inancım
bir kenarda hala saklı duruyor. O nedenle de hala ilk zamanlardaki “Dünyayı
değiştirebilirim.” deki şevkle çalışıyorum. Büyük bir keyifle hem de…
Denizyıldızı hikâyesi vardır. Sahildeki bütün yıldızları kurtarmak mümkün
değildir belki ama “Eline bir seniz
yıldızı alır ve okyanusa atar.’En azından o kurtuldu’ “
Öğretmenliğin önemi anlatılırken –muhtemelen herkes bu yıl da
aynı kalıpları kullanacaktır- hep aynı klişe sözler kullanılır: “Öğretmenlik
kutsal bir meslektir.” hatta “En kutsal meslektir.” ya da “Öğretmen mum gibidir
kendi erirken etrafını aydınlatır.” ya
da “Öğretmenlik para için yapılmaz.” vs.vs.vs.
Evet, belki hepsi doğrudur. Ancak başka türlü de anlatılamaz mı
öğretmenler ve öğretmenlik?
Onurlandırılamaz mı? En azından fazlasıyla hak edilen “saygı” herkes
tarafından gösterilemez mi? Neden öğretmenler “sahipsiz” olduklarını
düşünürler? Bu durumda olmamızda muhakkak ki biz öğretmenlerin de payı vardır.
Bu noktada Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin ile
yaşadığı hikâyeye atıfta bulunmam gerekiyor:
“Fatih Sultan Mehmet sınıfta hiç akıllı durmaz, önünde oturan
çocuklara kalem batırır, bağırır çağırırdı. Hocası Akşemsettin bir şey dediği
zaman “Sen
bana bir şey diyemezsin, ben padişahın oğluyum.”diye tehdit ederdi. Akşemsettin
artık bu durumdan rahatsız ama bir o kadarda çaresizdi. Padişahın karşısına bu
konu hakkında gitmekten hayâ ediyordu. Padişaha çocuğunu şikâyet etmek
düşüncesi ona çok ağır geliyordu. Birgün artık her şeyi göze alıp padişahın
huzuruna çıktı ve olanları ona sıkılarak anlattı. Padişah durum karşısında bir
müddet düşündü ve o müthiş planını Akşemsettin’in kulağına usulca açıkladı.
Aman yarabbi bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemsettin plan
konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de padişah onu dinlemedi ve bu iş
olacak dedi. Ertesi gün yine ders ortamında ve yine Fatih Sultan Mehmet
yaramazlık yapıyordu. Akşemsettin’in uyarısına yine aynı tehdit cevabını
verdiği sırada padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi.
Bu olay karşısında Akşemsett’in hiddetlenerek
padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin
istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi.Padişah mahcup
bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı. Olaylar karşısında
Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını
şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak
olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve padişah mahcup bir şekilde içeri özür
dileyerek girdi. Plan muhteşem işlemişti.O günden sonra Fatih Sultan Mehmet
asla yaramazlık yapmadı; çünkü güvendiği dağlar kar almıştı artık...İşte
Akşemsettin’in kulağına fısıldanan muhteşem plan,işte çocuk eğitimi.İşte onlar,
işte biz....Koskoca padişah sırf çocuğunu terbiyesi için gözünü kırpmadan tokat
yemeği göze almıştı.” Belki günümüzde bu kadarını istememiz abartılı olur ancak
biraz da edep diyorum …
Sadece eksik olan “saygı” mı ki? Tabiki hayır! Neticede yakındığımız davranışlardan bizlerin de eğitim camiası olarak sorumluluğu vardır. Bundan da önemlisi okullardaki “öğretme” yarışı. Tamam, öğretelim öğretmesine de biraz da eğitelim. Eğitici tarafımıza bakalım. Neden eğitim sistemimiz sanata, spora, edebiyata, resme vermez? Neden öğrencilerimizin ya da öğretmenlerimizin herhangi bir sanat, spor, edebiyat, resim çalışmaları olmaz, olsa da gerekli değeri görmez? Öğretmenlik kariyerine etkisi neden hiç olmaz? Çünkü eğitim sistemimiz buna müsaade etmez. Gerekli donanım yoktur. Dolayısıyla bu sistem içerisinde “öğretme” koşturmacasından başka bir şey çok az yapılır. Okullar “eğitme” temelli değil de “öğretme” temelli olduğundan insanlığa ait ortak değer yargıları da ikinci planda kalıyor. Hem okulda hem de sosyal hayatta...
Bizde
önemli olan bir öğrencinin Türkçe dersinde şiir yazması, hikâye yazması,
okuduğu kitabı eleştiren bir yazı yazması ya da konuşma yapması değil de yirmi
soruluk teste verdiği doğru cevap sayısıdır. Öğretmen için de, veli için de,
öğrenci için de… Sonuç yirmide yirmiyse herkes mutludur… Çünkü çocuğun
geleceğini şiir yazmak ya da okumak kurtarmayacak verdiği doğru cevap sayıları
kurtaracaktır. Yani şıklar arasında dans etmesi önemlidir, sahnede değil.
Yanılgının da alasıdır tabiki… Önemli
olan sahnede dans etmektir. Eğer sahneye çıkmazsan önüne konanlarla
yetineceksin demektir her zaman. Dört ya da beş şık. Alternatif o kadar
olacaktır… Düşünmene de gerek yoktur. Düşünmüşlerdir herkesin yerine ve önümüze
koymuşlardır. Aslında her şey birbirine bağlı. Biraz dikkatli bakmak gerekiyor
o kadar. Nedir efendim demokrasi? Kısaca, seçimler yoluyla halkın kendi
idarecilerini seçmesidir, diyebiliriz. Güzel de kimler arasından seçecek bu
idarecilerini? Tabiki önüne konanlar arasından. Şimdi bir düşünelim ne fark var
ki eğitim sistemimizle, demokrasimiz arsında? Hiçbir fark yok…
Bizde
A noktasından B noktasına gitmenin bir tek doğru olan yolu vardır. Bu yolu da
şıklar arasından bulmak en büyük beceridir. Öğrenciye A noktasından B noktasına
gidebileceği başka yolların da olabileceği, bu yolları araması gerektiği
anlatılmaz. Fakat bunun olması insanı zenginleştirir. Kendine olan güveni
geliştirir. Çünkü herkes aynı şeyi düşünmek zorunda değildir. Olmamalıdır. Yani
herkesin sahneye çıkmak gibi bir hakkı olmalıdır.
Bir
radyo röportajı dinlemiştim. Yıldız Teknik Üniversitesi Matematik Bölüm Başkanı
anlatıyordu: “Bize gelen birinci sınıf matematik bölümü öğrencileri Türkiye’nin
puan olarak en iyi öğrencilerindendir. Bununla birlikte bölümün ilk sınavı olan
vizeye giren öğrencilerimizin yüzde sekseninin sınavın ilk on beş dakikasında
sınav kâğıdını teslim etmektedirler. Bunun nedeni de üniversitede onların önüne
şıkların konmamasıdır. Öğrencilerin neredeyse tamamı bu duruma hiç de alışık
değillerdir ve çok zorlanırlar.” Galiba balık tutmayı öğretme derdi yok
kimsede… Yok mu balık tutmayı öğrenen, eleştiren, sorgulayan beyinler? Elbette
var: Tolga ORDU var mesela… ya da Özgür KANTAR… Başkaları da var… Akademik
olarak daha başarılı öğrencilerim oldu olmasına ancak bu adamlar dünyaya farklı
gözlerle bakıyorlar, farklı açılarla… Birisi müziğin penceresinden bakıyor dünyaya…
Müzikle eleştiriyor, sorguluyor, öğretiyor, öğreniyor… Diğeri sinemanın
penceresinden bakıyor dünyaya… İkisi de
aslında farklı ve aykırı tipler. Farklılık peşindeler… (İzin almadan adınızı
kullandım beyler…) İkinizi tanıştırmayı çok isterim. Biriniz Artvin’den,
biriniz Bursa’dan. Tesadüf mü acaba? Yo, yok sanmıyorum tesadüf olsun…
Her
şey bir yana öğretmenlik sizi o gençlerin içine içine çeker durur. Kızarsınız,
öğrencilerinizlesinizdir; sevinirsiniz, öğrencilerinizlesinizdir… Bir süre
sonra da onlarsız olunmayacağını anlarsınız.
Bütün
sorunlara, eksikliklerimize rağmen ben büyük bir keyifle öğrencilerimleyim. Hem
de her geçen gün daha çok keyiflenerek…
İyi
ki öğretmenim…
İyi
ki öğrencilerim var…
İyi
ki varsınız…
Mehmet ÇEBİNOĞLU
23.11.2013
Saat:21.30
22 Kasım 2013 Cuma
GÖZLERİN İSTANBUL OLUYOR BİRDEN (FOTOĞRAF:BERKSU ÇEBİNOĞLU-2013-KADIKÖY
Gözlerin İstanbul Oluyor Birden
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma, Gözlerin İstanbul oluyor birden. Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen Durgun sular gibi azalacağım Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen. Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince Yalnız gözlerime bak diyeceksin. Ellerim usulca ellerine değince Kaybolup gideceksin Bir elim seni çizecek bütün pencerelere Bir elim seni silecek. Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere Senin için yeni baştan can kesilecek. Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde Sonra seni kaybetmek hemen her yerde Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak Yapayalnız kalmak iskelelerde. Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik, Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma, Gözlerin İstanbul oluyor birden. |
Yavuz Bülent Bakiler
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)