İnsan yaşamadan bilemiyor, ateşin
düştüğü yeri yaktığını. Yaşamak lazım…
Birden her şey değişiveriyor.
Duygularını, fikirlerini, kendini, dünyayı anlamlandırmada bile zorluklar
yaşıyorsun. Bazen rüyada boşluğa atlar ve aşağıya doğru hızla düşerken
yüreğimiz ağzımızda uyanırız. Rüyada olduğumuza ne kadar da seviniriz… Oysa bu
başka… En azından rüya değil. Fazlasıyla gerçek her şey. Uyanmak istiyorum ama
uyumuyorum ki…
Belki doğamda var, belki öyle
yetiştirildim, belki ben beceriksizim… Söyleyemediklerim var… “Var” ken
yapamadıklarımı, söyleyemediklerimi “Yok” ken yapmak istemek… Gerideki “ben”
için içinden çıkılmaz, imkânsızlıklar yumağı gibi bir şey…
Veciz söz söylemek gibi bir
becerim ve isteğim hiç ama hiç olmadı. Heves yok yani… Birçok şeye var ama ona
yok… Olmamasına rağmen aklıma geldi: “Acının şiddeti, sevginin şiddetiyle doğru
orantılı.”
Yaşadığım için biliyorum. Her şey
“sevgi ”de gizli... Ve söylemekte… Sevgiyle başlıyor, devam ediyor ve bitiyor
hayat. Keşkeler bırakıyor geriye. En azından bana bıraktı. Keşkeler… “Keşke”
kalmasalardı…
Yaşarken ne kadar da kolay
söyleriz oysa. Hatta övünç kaynağımızdır. “Yaptıklarımdan pişman olmam. Hiçbir
şey için ‘keşke’ demem. Geriye dönüp bakmam vs.vs.vs. “ Hepsi palavra ve
saçmalık.
Yaşarken “keşkesiz” bir dünya
için sevmek ve sevdiğini de söylemek lazım. Ben yaşadım… Öğrendim… “Keşke
yaşamasaydım.
SENİ SEVİYORUM(UZ)
5 Şubat 2011,Çorum/Doğanlar Köyü
Saat: 00.23