13 Mayıs 2012 Pazar

SEBİHA ANNEYE

ANNE’MİZE
İnsan yaşamadan bilemiyor, ateşin düştüğü yeri yaktığını. Yaşamak lazım…
Birden her şey değişiveriyor. Duygularını, fikirlerini, kendini, dünyayı anlamlandırmada bile zorluklar yaşıyorsun. Bazen rüyada boşluğa atlar ve aşağıya doğru hızla düşerken yüreğimiz ağzımızda uyanırız. Rüyada olduğumuza ne kadar da seviniriz… Oysa bu başka… En azından rüya değil. Fazlasıyla gerçek her şey. Uyanmak istiyorum ama uyumuyorum ki…
Belki doğamda var, belki öyle yetiştirildim, belki ben beceriksizim… Söyleyemediklerim var… “Var” ken yapamadıklarımı, söyleyemediklerimi “Yok” ken yapmak istemek… Gerideki “ben” için içinden çıkılmaz, imkânsızlıklar yumağı gibi bir şey…
Veciz söz söylemek gibi bir becerim ve isteğim hiç ama hiç olmadı. Heves yok yani… Birçok şeye var ama ona yok… Olmamasına rağmen aklıma geldi: “Acının şiddeti, sevginin şiddetiyle doğru orantılı.”
Yaşadığım için biliyorum. Her şey “sevgi ”de gizli... Ve söylemekte… Sevgiyle başlıyor, devam ediyor ve bitiyor hayat. Keşkeler bırakıyor geriye. En azından bana bıraktı. Keşkeler… “Keşke” kalmasalardı…
Yaşarken ne kadar da kolay söyleriz oysa. Hatta övünç kaynağımızdır. “Yaptıklarımdan pişman olmam. Hiçbir şey için ‘keşke’ demem. Geriye dönüp bakmam vs.vs.vs. “ Hepsi palavra ve saçmalık.
Yaşarken “keşkesiz” bir dünya için sevmek ve sevdiğini de söylemek lazım. Ben yaşadım… Öğrendim… “Keşke yaşamasaydım.

SENİ SEVİYORUM(UZ)



5 Şubat 2011,Çorum/Doğanlar Köyü
Saat: 00.23